21 Aralık 2012 Cuma


Gözlerinin içine baktığınızda, kalbinden geçenleri okuyabildiğiniz o insanı sakın ola ki kaybetmeyin. Çünkü siz farketmeseniz de o sizin eşiniz, kalbinizin diğer yarısı, ruhunuzun sürekli aradığıdır. Onu bir kere kaybederseniz; bir dahakine hep ona benzeyeni aramakla geçer ömrünüz. Ayrımına varmasanız bile hayatınız boyunca yatağın boş kısmını hep onun hayali doldurur. Kiminle konuşsanız, kimi özleseniz bütün yollar ona çıkar. Bütün müzikler onu anlatır, bütün şarkılar onu söyler. Dertlerin en âlâsı bile yokluğunun boşluğuyla yarışamaz.
Çalan kapılar ardından hep onun çıkmasını beklersiniz. Onun sesinden duyacağınız tek kelimenin bile özlemini duymaya başlarsınız.
Aşkın en kor edici halini yaşadığınız halde yine o aşkın bahçesinde dinlenmeyi istersiniz.
Bunların hepsini tek tek yaşar; ruhunuzun, bedeninizin, kalbinizin yorulduğunu anlarsınız. Dört dörtlük olamayacak hayatınızı çözmekte daha çok zorlanırsınız. Dar günlerinizi bırakın, güldüğünüz her an dahi onun omuzunda hissettiğiniz güven duygusunu ararsınız.
Bunu kendinize yapmayın.
Gözlerinin içinde kalbini gördüğünüz o insanın arkasından ağlayan olmayan olmayın.

19 Aralık 2012 Çarşamba


Yazdıkça yazmak, yazdıkça rahatlamak istiyorum. Çünkü sözlerim yetmiyor bazı şeylere. Değiştirmiyor olanları. Ben de yazıyorum işte. Sebepsizce.
Yazıp yazıp kendim okuyorum. Hissedip, hüzünlenip gözyaşlarımı yalnız kendi içime akıtıyorum. Kimseyi üzmemem gerektiğini düşünüyor, bencilce davranmanın bana göre olmadığını biliyorum. Bildiğim için sana gelmiyorum, gelemiyorum. Onunla olduğunu göre göre yapmamam gerektiğinin farkına varıyorum. ( her saniye daha fazla )
Herkese gidip hiç birini sana benzetemiyorum. Herkes eksik, herkes yarım. Kimse bana senin kadar huzur veren, anlamlı gözlerle bakmıyor. Hiçbirisi ses tonunda hayatın tınısını duyuramıyor. Hiç kimse senin yerini tutmuyor... Evet, tutsun isterdim. Her akşam aklıma gelmemeni, her gün "Acaba?" Diyerek yaşamamayı, "Belki..." demeden günlerimi geçirmeyi, en önemlisi "Seni unuttum." derken seni daha çok hatırlamamayı... O kadar ki "Unuttum." demeye gerek bile duymayacak kadar vazgeçebilmiş olmayı.
Elimden geleni yapmakla yetiniyorum ne yazık ki. Yazmakla. Sadece yazmakla...
Sana yazılmış onlarca sayfa yazı, senin için okunmuş yüzlerce şiirim var benim. İçimde, en derinde seni hissederek yazıp-çizdiğim...

Belki bir gün her şey biter. Ben biterim. Hayat biter. Zaman durur.
O zaman çektiğim acılar yanıma kâr, hüzünlerim gözümde gözyaşı olur.
Sen bunların hiçbirini bilmez; ben hatırımdakilerle yoluma devam ederim...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kalbime Uzak Sevdiğim




Ne güzel duruyorsun öylece karşımda. Gözleri hayatı kirine,pisliğine inat edermişçesine nasıl da güzel bakıyor öyle. Dudaklarınsa yaşamın tümsekleriyle alay edermişçesine tebessüm dolu.

Nasıl da aşığım sana. Sırf seninle olabilmek için ne kadar da çırpınıyorum.. Geçmişin bütün yarım kalmışlarını tamamlamak ister gibi.

Keşke bu satırları okuduğunda benim hissettiklerimi görebilsen be sevdiğim. Keşke her defasında kendini üzene, yıpratana giden aşıklardan olmasan...

Bak etrafına. Çok uzağında değilim. Bir kaç adım yakınında bekliyorum "Gel!" deyişini. 
Ama senin ruhun bile duymuyor ki içimde yitip giden ümitleri, kopan fırtınaları, her gece döktüğüm gözyaşlarımı..

Sen onunlasın. Sanki bana inatmış gibi. "Seni değil, onu seçtim." der gibi.

Yapma sevdiğim. Dayanmıyor bu yürek. Sana bu kadar yakın ama bu kadar uzak olmayı kaldıramıyor bedenim..

Gördüğüm kömür gözlerim yok mu... Her şeyi gördükleri halde beni içlerinde nasıl boğduklarını görmüyorlar mı? Hapishanelerde bile olmayacak kadar karanlık kuytularda yok ettiklerinin farkında değil mi o gözler? Bakışlarının tek bir anını bile kaçırdığımda duyduğum üzüntüyü hissetmiyor mu kalbin? Ya kulaklarında mı duymuyor sesinin o mistik güçlerin dahi varlığını yok eden titreşiminde boğulan kalbimin ritmini? 

Sen yazdıklarımı başkasına yazıyormuşum gibi okuyor, sevdiğinin kadının aşkını benim aşkımın satır aralarında arıyorsun. 
Bana gelen herkesi dost biliyorsun. Bense onları aşkıma bir hain belliyorum.

Ne kadar zor bilir misin sevdiğim; yalnızlığın en gizemli köşelerine bile senin adını kazımak. Ya da ne kadar acımasız; hayatın seni benim karşıma çıkaracak kadar güzel ama gözümün içine baka baka bende olmayışını hatırlatacak kadar nefret edilesice olduğunu bilmek.

Ama nereden bilebilirsin ki kalbimin kilitli kapılarının ardında kalanları. Dilimden dökülmeye cesareti olmayanların kalemimden kağıdın bembayaz dokusuna nasıl akıp gittiğini.

Sen; benim çektiğim acıları görüp bunları yapanın başkası olduğunu düşünecek kadar saf, bunların sadece senin etrafında döndüğünü göremeyecek kadar kör sevdiğim..
Çok değil birazcık dikkat etsen göreceksin gerçeği. Karnımda o hep bahsedilen kelebeklerin uçuşunu da göreceksin, sen mutlu oldun diye gülen gözlerimin içini de. 'Sevdiğim'den 'sevgilim'e nasıl güzel terfi edebileceğini de bileceksin.

Keşke, keşke gözlerinde ömrümü geçirsem sesim çıkmayacak olan adam; yüreğimde çakan şimşekler sonrasında gelecek gökkuşağının habercisi olsa da sen de benim olsan..

15 Aralık 2012 Cumartesi

Ayrılık Tiyatrosu


Ne büyülü bir kelimesin sen ey AŞK! 
Nasıl da tutuluyor insan sana? Nasıl da zindana çevirebiliyorsun hayatları?
Herkes istediği, dilediği gibi yaşıyor seni. Kimi gizli kaçamaklarla, kimi ulu orta, sakınmadan.
Ama yaşanıyorsun.
Yaşatıyorsun.
İnsan sanki bu dünyaya sadece "aşık olmak" için gelmiş gibi hissediyor.
Bunu illa karşı cinse hissediyor diye bir iddiam yok.
Bazısı çocuğuna aşık olarak yaşıyor, kimi ise Tanrı'sına.
Ama yine de kendini yanında  en masum hissettiğin insanın varlığı tanımlıyor aşkı belki de.
Yaşım küçük farkındayım. Fakat biliyorum sevdaların büyüklüğünü.
Aşkın o ilk evrelerinde karnında kelebeklerin uçuşunu bende hissettim elbet.
Beraberliğin güvenini bende duydum kalbimin en derinlerinde.
Kaybetme korkusunun en acısını yaşadım tabi ki.
En kötüsü de ayrılıktı aslında. Büyülü aşkın, uğursuz ikizi.

Aşk nereye ayrılık oraya gidiyordu.
Aşk nereye ayrılık oraya koşuyordu.
Ve aşk çoğu zaman yenik düşüyordu bu koşturmada. Anlam veremiyor muydu bu olanlara bilemem ama her seferinde sahayı ilk o terkediyordu!
Ve bir anda çırılçıplak kalıyordu insan.
Koca bir meydanda soyulmuşcasına.
Bütün sınıfın önünde azarlanmışcasına.
Bayram yemeklerinde "istenmeyen çocuk" gibi kalmışcasına.
Utanıyor, sıkılıyor, daralıyordu insanoğlu. Afallıyor, anlam vermeye çalışıyordu olanlara.

Keşke fayda etseydi düşünceler. Bu hüzün, aşkı deniz kenarından alıp getirebilseydi.
Her zaman olmuyordu bu ne yazık ki.
Her sevdalı yaşayamıyordu birbirlerine yaniden kavuşmanın heyecan veren mutluluğunu.
Ya tekrar sapasağlam devam ediyordu aşk, hayat savaşına ya da atıyordu kendini denizin hırçın ama bir o kadar da her şeyi içine alıveren engin kollarına.
Çekiliyordu oradan ve ayrılık giriyordu ardından.

Ayrılık...
Sen ne zor ne çaresizsin.
Sen insanı ne çok üzer, öldürüp diriltirsin.
Ne olurdu sanki aşkın peşinde koşturup varlığını ensesinde hissettirmeseydin?
Varlığın bilinse bile ne olurdu sahneye başrol oyuncusu olarak çıkmayı reddetseydin?
Sende mi yenildin kendi benliğine?
Sende mi düştün tuzaklara?
Ah ayrılık...
Ah sevdiğimi benden koparan kahpe dostum...
Nasıl da acıyor içim.
Nasıl da sızlıyor yüreğim.
Bilmiyorsun.
Görmüyorsun içimdeki fırtınaları.
Sen sadece kalemimden dökülen kelimelere gülüp geçiyorsun.
Onu benden alıyor, hep daha uzaklara götürüyorsun.
Yapma ayrılık.
Adın bile onun harfiyken saygısızlık duyamam sana.
İsyan edemem onun adını içinde barındırırken.
Ama yapma işte...
Her gün öldürme yüreğimi..
Bilirim bunlar ne senin ne onun umurunda.
Bilirim boşa çalıyorum kalemimi.
Bilirim, bilirim de karşı koyamam ki...
Onsuz geçe geceler ardı ardına geldikçe susup kalamam!
Ne içim elverir, ne yüreğim.
Sen hep aşkın arkasından geldin.
Ama unutma aşk senin önünden,
Bana geldi!
Senden kaçtı,
Bana geldi!
Sen benden onu aldın,
Onun aşkı bana geldi.
Sen kazandın sandın;
Ama perdeyi henüz kapatamadın...


14 Aralık 2012 Cuma

Gelmeyen Sevgiliye





Merhaba sevgilim. Nasıl da tuhaf değil mi yoksun ama benimsin.

Yoksun ama varlığın benimle.
Görmüyorum ama kokun burnumda...
Aslında sen zaten yoktun. Seni var eden bendim. Benim olmadığın halde benim zanneden de bendim.
Herkes şaşırıyor halime. Her kafadan bir ses. Her kalp farklı olsa da her şey gelmeyişine ağlıyor.

Geçmişim, geleceğim, bugünüm sensin!
Tanrı'ya isyanım sensin!
Gün oluyor ya da hayır hayır olmuyor. Gelmediğin her gün, her hafta, her ay, her yıl... Güneş daha bir hüzünle doluyor boş içki şişeleriyle dolu odama. Ay ise dinlemiyor beni, duymuyor. Hissediyor gelmeyişini sanırım.
Ben, yağmur yağdığında kendimi buluyorum. Hava kasvetli oluyor benim gibi. Yağmur ıslatıyor insanların yüzlerini. Tıpkı gözyaşlarımın benim yanaklarımı ıslattığı gibi.
Yine vurdum galiba şişenin dibine. Durmalıyız artık. Ya da durmamalıyım. Beni bağlayan tek şey senken, sen de yokken; gelme ümidinden bile bahsedemiyorken yaşamak niye?
Evet, artık buraya kadar.
Gitme vakti.
Hoşçakal...

10 Aralık 2012 Pazartesi


Kim bilir kaç kez terkettim seni  içimde. Kim bilir kaç gece sana dökerken yaşlarımı, ertesi sabah "Seni unuttum artık." diyerek uyandım.
Ben senden vazgeçtikçe, sana daha çok bağlandım. Hem de her seferinde.
Evinin önünden geçerken kafamı ters istikamete çevirirken bile seni görmek için tanrıya yalvarırken buldum kendimi.

Nasıl bu kadar büyük olabiliyor sevdan? Ya seni unuttuğumu zannederken yeniden karşıma çıkışının nedeni?

Aşkın nasıl olduğunu ben,sende öğrendim. Bu yüzden -sanıyorum ki- vazgeçemiyorum senden.
Senden kaçıp,senin kollarına koşmak istiyorum. Senin kokunu istiyorum. Baktıkça kaybolduğum o derin gözlerini istiyorum. Bir zamanlar bende olan ilgini istiyorum. Çok mu?
Belki de çok.
Sabahları beni düşündüğünü bilmek çok artık bana.

Çünkü sen, bende yok olmayı seçtin aslında bir bakıma..

http://www.youtube.com/watch?v=fS_cYA9_WK8

9 Aralık 2012 Pazar


Yirmi birinci yüzyılda sevmek,cesaret ister. Herkes başaramaz bu zamanda sevmeyi. Herkes aşık olur. Herkes birbirini beğenir. Ama kimse bunu sürdüremez ne yazık ki.

Bakar,beğenir,hoşlanır,konuşur,ayrılır. Oysa sevgi "emek" ister. En küçük bir sorunda bırakıp gitmek yakışmaz sevgilere.

Artık tek kişiye indirgenemez oldu sevgiler. Birine adanamaz hale geldi. İnsan "birini" çok sever devri on dokuzuncu yüzyılın tozlu tarihinde kaldı.
Sevgiyle beraber güven de karıştı o raflara.

Önceden aşık olmak marifetti. İnsanlar aşık olduğu kişiyi ne olursa olsun bırakmaz, vazgeçmezdi. Yıllar geçer aşk, yerini sadık dostu sevgiye bırakırdı. Kısaca "Seni Seviyorum"ların bir anlamı vardı. Sevgiliye verilen hazineydi bu kelimeler. Şimdi 5 yaşında çocuğun ağzında. Bu kadar basit mi? Her şeye kolayca ulaştığımız için mi böyle düşünüyoruz? Monotonluktan bahsedenler, hayatlarına renk katmayı sevgisizlik/sevgi arayışı adı altında mı arıyolarlar acaba?

Yine de dünyanın bir yerlerinde bu duygunun kıymetini bilen insanlar vardır. -Heralde vardır ki, onlar sayesinde kopmuyor kıyamet. Belki de tanrı onların bize bazı şeyleri tekrar hatırlatacağı için bitirmiyor,durdurmuyor zamanı..

8 Aralık 2012 Cumartesi

vedalar hep sessizdir aslında


          Kapıyı çarpmadan önce son kez ardına baktı. günlerini,aylarını,yıllarını geçirdiği eve. yalnız ev olsaydı terk edip gitmek daha basit olabilirdi belki. onun kokusu,onun varlığı da eklenmeseydi eğer.. nasıl düşünebilmişti bırakıp gitmeyi bilmiyordu ama doğru olanın gitmek olduğuna inanıyordu. Birlikte geçirdikleri o güzel saatler geldi bir anda gözünün önüne.yemek yüzünden tartıştıkları anları şimdi gülümseyerek hatırlıyordu. her şey nasıl da yitip gitmiş,anlamını kaybetmeye başlamıştı. vedalarda hatırlar ya insan bazı şeyleri ama yine de gitmek gerekir; aynen bunu yaşıyordu şu anda. bir şey mi olurdu sanki sevdiğini daha çok hissetse ama olmamıştı. o anlayış gösterememiş diğeri sevgisini içinde yaşamayı seçmişti.birbirlerinin adlarını duydukları her an ayaklarının geri geri gideceğini bile bile bitmişti bu aşk. bitmemişti de bitirilmiş aslında.. kayıpları büyüktü,çok büyük. en yakın dostlarını,hayat arkadaşlarını kaybetmişlerdi ikisi de aynı anda.bundan böyle sessizliğin adaletine sığınarak yalnız,yapayalnız geçecekti yıllar.. böyle olmamalı,böyle bitmemeliydi ama bitti,kapıyı kapattı,çekti gitti. 

6 Aralık 2012 Perşembe

Kara Kutudur Özlemek,İçinden Ne Çıkacağını Bilemezsin!


          Çoğu zaman özler insan. Çok özler.
          Özlenen bazen yitip giden akraba,hayatında olmayan sevgili, uzaktaki sevdiğimizdir.
          Bazense çocukluğumuzdur özlediğimiz. Rahatça seksek oynayıp eğlendiğimiz,yapacaklarımızı "uyuyup,uyanıcaz" hesabıyla yaptığımız çocukluğumuz.
          O güzel arkadaşlarımızın olduğu sokaktır belki de.
          Ya da önünden geçerken o tebeşir tozunun kokusunu duyduğumuz ilk okulumuzdur ara sıra özlemle hatırladığımız.
          Aslında özlediğimiz şey anılarımız. Yaşadıklarımız. Bugünden güzel olduğuna inanıp hatırladıklarımız.
          Annen artık o çok sevdiğin çorbayı yapmıyor ve sen uykudan uyandığında odanda mis gibi yemek kokusunu duymuyorsan, eski arkadaşların artık birer yabancıysa,her şeyi paylaştığın dostun bugün başkalarına destek oluyorsa, günlerini,saatlerini,aylarını geçirdiğin sevgilinin artık yüzünü görmüyor,sesini duymuyor,varlığını hissetmiyorsan,gençliğini geçirdiğin evin yolunu ansızın tutmak istiyorsan; özlüyorsun demektir.
        Özlem öyle bir duygudur ki hayatını şekillendirir insanın. Aşkın kuvveti özlemle artar. Ferhat'ın Şirin'e olan aşkı,özlemi deldirmiştir dağları.
       Özlemek iyi hoş da özlemek yıpratıyor da insanı. Özlediğin bir daha gelmeyecekse,yaşadıkların sadece "özlenecek"se, o an sadece hayalde kalacaksa eğer..
       O kadar da sinsidir ki özlemek, kimi zaman unutursun özlemlerini. Hayatın monotonluğu arasına karıştırırsın. Ve tek bir şey yeter her şeyin canlanmasına. Bu bazen bir koku, bazen bir fotoğraf, bazen bir şarkı, bazense ufacık bir kelimedir.
       Aslında önemli olan özlemek değil,özlediğini yalnız senin bilmendir.