Bugün uzun bir aranın sürenin ardından pazara gittiğimi farkettim. Tamam, belki pazara yolumun düştüğü (daha doğru bir ifadeyle; şöyle bir geçerken uğradığım) oluyordu. Ama bunu ne kadar "pazara gittim" diyerek tanımlayabilirim işte ondan pek emin değilim.
Çocukluğumdan beri insanları kırmaktan hep çekinmişimdir. Ne bileyim böyle yaptıkları işlerle, doğdukları yerlerle, bulundukları durumlarla onları hor görüyormuşum izlenimi vermekten hep korkmuşumdur.
Mesela bir yere gidince "ay yok beğenmedim" deyip çıkıp gidemem, gidemiyorum.
Tabi ki beğenmeyebilir, özgürce bunu söyleyip gidebilirim. Ama bazı durumlarda bunu söylemek, o insanları kırmakmış gibi geliyor bana. Çocuğu, eşi, eve götüreceği ekmeği falan düşünürken buluyırum kendimi. Bunun adına 'acımak' demiyorum. Ben kimim ki başka bir insana acıyayım? Haddim değil. Sanırım biraz bohemlik. Bilemiyorum.
Yine de böyle durumlarda hani şu 2 liralık fasulyeyi 1 liraya almaya çalışan adamın fotoğrafı var ya, o geliyor gözümün önüne.
Sırf bir markanın adını taşıdığı için yüzlerce lira ayakkabı, çanta, pantolon alırken; 50 kuruşu (belki de ona gerçekten ihtiyacı olan kişiye) vermekten çekinir hale geldiğimizi düşünüyor, muhtemelen bu durumdan içten içe utanç duyuyorum.
Demem o ki, herkesin birbirinden uzaklaştığı, insanların samimiyetinin sıfıra yaklaştığı şu modern (!) çağda her gittiğimizde aynı tezgahta olan ve aynı içtenlikle selam veren o teyzeyi kaybetmeyelim. Çünkü onun amacı bir şey satmaktan öte. Bence...